Gündem Uyanış
BİTSİN ARTIK BU KHK ZULMÜ
14-08-2019 18:28 12549

BİTSİN ARTIK BU KHK ZULMÜ

 

 

      “KHK ile ihraç edilen SES Malatya eski Şube başkanı Bülent Uçar’ın Kalbi hukuksuz ihraca dayanamadı. 43 yaşındaki Bülent Uçar geride gözü yaşlı iki çocuk ve eş bıraktı”.

       “Bergama’da 10 ve 5 yaşındaki çocukların annesi 34 yaşındaki Ayşe Doğan öğretmen vefat etti. KHK ile kapatılan okulda çalışma izni iptal edilmişti. Eşi cezaevine girdikten sonra babasını kaybetti. Yaşadığı yoğun Stres, sıkıntı nedeniyle mide kanseri olmuştu”

“Öğretmen Muzaffer Özcengiz hücrede çırpına çırpına can verdi”.

       “Denizli Merkez Efendi ilçesinde Kanun Hükmünde Kararnameyle öğretmenlik mesleğinden ihraç edilen 40 yaşındaki Canan Ş. Kendisini asarak intihar etti”.

“Eşi hapiste KHK’lı iki çocuk annesi öğretmen intihar etti.”

         “Daracık hücrede kalp krizi geçirerek öldü. Raporlarda işkence izleri vardı. Diyanet cenaze namazını kıldırmadı, Hainler mezarlığına gömülmek istendi. 1,5 yıl sonra mahkeme öğretmen Gökhan Açıkkol’u suçsuz bularak görevine iade etti”.

         Neredeyse benzer iç yakıcı hikâyelerle ilgili haberlerin geçmediği gün yoktur. KHK’ lılar bu ağır ve dayanılması imkânsız cezaya,  zulme uğramak için ne yaptılar acaba. Haklarında ciddi bir soruşturma dahi yapılmadan, hukuki temelden yoksun sadece farklı düşünce ve örgütlenme varsayımı üzerinden böylesine ağır bir cezaya tabi tutulmaları ne adalet ne de vicdanla bağdaşır.

        Şu ana kadar 150 bin KHK mağduru kişiden 70 i intihar etmiş, bir o kadarı da yaşadığı ağır psiko travmadan dolayı kalp krizi geçirerek veya ağır şekilde hastalanarak hayatını kaybetmiştir.

         KHK’lı ailelerin istatistiklere yansımayan günlük yaşadıkları çaresizlikler, dağılmalar, savrulmalar, sosyal ruhsal bunalımlar, boşanmalar, ayrılmalar, çocuklarının eğitimden yaşamdan, hayallerinden kopuşu, anne ve babalarının ömürlerinin son deminde yaşadıkları hayal kırıklığı ve umutsuzlukları gözlerimizin önünde bir neslin göz göre göre tüketilişini gösteriyor.

        Elbette KHK mağdurlarıyla ilgili yaşanan acı sonuçlar, yazının başındaki örneklerle sınırlı değildir. Sadece sosyal medyaya yansımış bu acı hikâyelerin son derece yaygın 140 bin’den fazla insanın KHK mağduriyetiyle muhatap olduğu bilinmektedir.   

        İlgili kurumlar her ne kadar sayıyı asgari düzeyde göstererek trajediyi küçümsemeye çalışsalar da gerçek sayı ile birlikte toplamda KHK zulmünden doğrudan veya dolaylı olumsuz etkilenen insan sayısı bir milyonu aşmaktadır.

        Suçlanan ve KHK ile cezalandırılan kamu çalışanların büyük çoğunluğu hakkında ciddi somut delilerin tespit edilmemesiyle birlikte hukuki dayanaktan yoksun kararlarla yaşamları karartılmış, aileler dağıtılmış, çocuklar anne ve babalardan ayrı bırakılmış, yüz binlerce insan temel insani haklarından yoksun bırakılmıştır. 

       KHK lıların, çalıştıkları kamu kurumlarından ihraç edilmelerini gerektiren bir suçu işlemediklerinin bir kanıtı da istisnalar dışında tüm mağdurların serbest olmaları ve haklarında herhangi somut bir delile dayalı mahkûmiyet kararının bulunmamasıdır.

       Kişinin sadece farklı bir sendikaya üye olması, herhangi etnik, mezhepsel, inançsal aidiyete mensup bulunması, adı “cemaatle” anılmış herhangi bir kurum ile ilişkilenmiş olması, KHK ile cezalandırmanın meşru gerekçesi olamaz.  Büyük acı ve yıkımlara yol açan benzer uygulamanın 1930’lu yıllarda Alman vatandaşlarına yönelik “Arındırma” politikalarıyla Gerçekleştirildiğini görebiliyoruz.

        Mevcut durum İnsan Hakları stratejik çerçevenin bir parçası olan Türkiye tarafından onaylanan temel sözleşmelere aykırı olmakla birlikte, dünyanın her yerinde onaylanmasının ve uygulanmasının örgütlenme ve toplu sözleşme hakkının gereğidir. Dolayısıyla, KHK’larla Uluslar arası Çalışma Örgütünün (ILO) nun  87 ve 98 sayılı sözleşmeleri ihlal edilmektedir.

        KHK mağdurları, kamudaki işlerinden ihraç edilerek temel çalışma, beslenme, eğitim, sağlık, haklarından yoksun bırakılmaları yetmezmiş gibi, günlük temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere herhangi bir özel işletmede iş bulmaları da engellenerek açlık, hastalık ve intihar seçeneğiyle baş başa bırakılmışlardır.

        Birden çok maaşla ödüllendirilip 200 bin lira kadar yüksek maaş alan kamu çalışanının olduğu yerde, KHK ile mağdur edilmiş bir diğer kamu çalışanının bir akaryakıt istasyonunun gece vardiyasında iş bulup çocuklarına ekmek götürmesine dahi müsaade edilmemesi, ne insan haklarıyla ne de insanlık ve inanç değerleriyle bağdaşır.

         KHK ile mağdur edilmiş on binlerce insanın evinde yaşanan günlük acıları, yoksunlukları, çaresizlikleri hangimiz insani bir empatiyle hatırlayabiliyoruz? Hangimiz sofrasına bir sıcak ekmek getirememe çaresizliğini düşleyebiliyoruz? Hangimiz kontaktaki bebeğine bez, gömleği dağılmış eşine ve çocuğuna yenisini alamama olanaksızlığına katlanabiliyoruz? Hangimiz bu zulme dayanamayarak intihar etmiş veya ağır hastalanarak, kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmiş KHK mağduru yakınımızın öksüz veya yetim kalmış çocuklarının yüzüne bakabiliyoruz?

      Hiç bir hukuk kuralına bağlı kalınmaksızın KHK zulmünü dayatanlar kadar, yaşatılan bu zulüm karşısında sessiz kalarak zulmün süreklileşmesine yol açan ve cesaretlendiren toplumun sessizliği,  katkısı ve günahı da büyüktür.

      15 Temmuz 2016 darbe girişiminin üzerinden üç yıl geçmesine, OHAL’in kaldırılmasına rağmen, temel hak ve özgürlükler alanında yaşanan baskı, hak ihlalleri, sivil toplum kuruluşlarına yönelik yaygın tutuklama, gösteri yürüyüş toplantı gibi hak arama etkinliklerin yasaklanması OHAL uygulamalarını aratmayacak şekilde devam etmektedir.

       Kanun hükmünde kararnameyle  (KHK ) ihraç edilen mağdurlardan 126 bin kişi işine iade etme talebiyle OHAL inceleme komisyonuna başvurdu. Ancak bu güne kadar OHAL işlemleri inceleme komisyonu 28 Haziran 2019 tarihi itibariyle işe iade talebiyle yapılan 125 bin iki yüz başvurudan 6000 başvuruya olumlu yanıt vermiş, 71 bin dokuz yüz başvuruyu red etmiş, bununla birlikte 48 bin üç yüz kişinin başvurusunu incelemeye devam ettiğini ifade etmiştir.

         12 Eylül askeri darbe sırasında 1402 sayılı sıkıyönetim kanunuyla binlerce kamu çalışanı mağdur edilerek çalışma hakları ellerinden alınmıştı. Sıkıyönetim koşullarının kalkmasıyla 1402’lilerin görevlerine dönmeleri nasıl gerçekleştiyse KHK ile ihraç edilenlerin bir gün mutlaka özlük haklarından doğan kayıpları da tazmin edilerek görevlerine döneceklerdir. Ancak yaşanan acılar, bunca insan kaybı, gerek mağdurların gerekse ülkenin uğradığı maddi ve manevi zararlar hiçbir zaman unutulmayacaktır.

        Türkiye mevcut uygulamalarıyla hukuk çizgisinden saparak hak ihlalleri konusunda dünyanın ikinci ülkesi konumuna gelmiştir. Adil yargılan(ma)ma noktasında birinci olan Türkiye, ifade özgürlüğü hakkı ihlali konusunda 140 ihlal ile ikinci sırada yer almaktadır. Türkiye açısından mevcut hukuksuzluğun sürdürülebilir olmasının imkânı kalmamıştır.

        Dolayısıyla bir an önce Hukuk ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayan ayrımcı, baskıcı, ötekileştirici politikalardan vaz geçilerek, daha kucaklayıcı ve çözümleyici önlemlerle yaşatılan travma ve mağduriyetlerin telafisi yönünde ciddi çözüm kararlarının geciktirilmeden devreye sokularak yaraların sarılması sağlanmalıdır.

       Ayrıca KHK mağdurlarının ekonomik açıdan uğradıkları hak kayıpları yasal oranlarıyla birlikte ivedilikle hak sahiplerine ödenmelidir. Hayatını kaybeden mağdurların eş ve çocuklarının yarıda kalan eğitim, sağlık, istihdam sorunlarının çözümü için şefkatle yaklaşılmalıdır.

 Bir hakkın iadesi ne kadar geciktirilirse mağduriyet ile birlikte maliyet de artacaktır.

         Hem hukuk, hem mağdurlar hem de kamu maliyesi açısından ileride daha ağır bir mali yükün oluşmasına yol açacağını şimdiden bilinmelidir. Dolayısıyla bir an önce toplumsal gerilim ve kırılmaya yol açan bu uygulamanın son bulması için siyasal ve demokratik bir iradenin ortaya konulması baş ta ülkemiz olmak üzere ülke de yaşayan herkes için yararlı olacaktır.

Top