Orta çağ karanlığını bitiren en önemli devrim Reform ve Rönesans baş kaldırısı dır!
İnsanlar öncelikle o bağnaz din sarmalından kurtularak dünyanın asıl gerçek yüzüne dönmüşlerdir!
Bu beraberinde aydınlanmayı getirmiştir ve akabinde de ardı arkası kesilmeyen keşif ve icatlar...
On beşinci ve on altıncı yüz yılda başlayan bu hareketlere sadece İslam ülkeleri ve dolayısıyla Osmanlı seyirci kalmıştır! Bundandır ki matbaa bu topraklara yaklaşık üç yüz yıl sonra girmiştir! Aslında bunun acısını hala çekeriz.
Hala kitap yasaklamak gibi bir kara aklımız var; üstelik yasakladığın kitabı yine o aydınlanmanın sonucu olarak gelişen teknoloji sayesin de Google’dan ani indirip okuyabiliyorsun! “Yasaklasan ne yazar” gibi bir durum! Ama yok; bu konuda paranoyamız var ya, illaki yaprağından tutup derdest edeceğiz!
Elin insanı bundan yüz otuz yıl önce arabayı bulmuş ve dünya da pazar alanı bırakmamışken, biz şimdi çıkmış “ yerli otomobil üreteceğiz” diye zil takıp oynuyoruz!
Üstelik saniyede elli sekiz otomobil üreten bir tek Alman markası varken ve üreteceğiz dediğimiz otomobilin daha tesisi yokken!
Dünya kafayı bunlara yorarken, sen duvar diplerine oturup gökten bereket bekliyordun!
Tanrı çalışmayana vermem diyordu ama olsun,sen tembelliği bir Tanrı nimeti sayıyordun!
Sonra “ öldürme” diyen Tanrı adına insan katlediyordun! Oruç tutmadı diye onlarca insan öldürdün! Senin gibi düşünmeyen, senin gibi karanlık olmayan ve ışık saçan ne kadar insan varsa yaktın, karınlarını deştin!
Bu çağda evinde ve sokakta alınarak götürülen ve bir daha geri dönmeyen yirmi bine yakın insanın kayıp ve bunu yapanlar kimdi, kimlerdi; diye sorma cesareti bile bırakmadığın bir toplum yarattın!
Kafası az buçuk çalışan insanlar can havliyle bu toprakları terk etti ve etmeye de devam ediyor!
Sonra dönüp bakıyorsun, geriye kalanlar bırakın dört işlemi, iki işlemi bile yapamıyor!
Bilim, teknoloji bizim için sadece söylem!
Hepimiz dönmüş tarikat cambazlarının avucuna bakıyor, orada şifa ve teknoloji dileniyoruz!
Muhbirliği bir vatandaşlık görevi olarak insanların önüne koymuşuz ve devletin en üst katına kadar şikâyet mercii belirlemişiz! Hal böyle olunca herkesin gözü yanındakinin ensesinde ve iftira dâhil ne varsa kutsal bir görevmiş gibi bir yerlere anın da gammazlanıyor!
Geçenlerde bir okul müdürünü ziyaret ettim!
Yarım saat içinde üç veli sınıf öğretmenlerini şikâyet etmişti!
Müdür bey” abi bıktım, nelerle karşılaşıyoruz; geçenlere çocuk düştü diye öğretmen yerden kaldırıyor ve çocuğuma dokundu diye veli şikâyet ediyor, şimdi öğretmen soruşturmalık!”
Şimdi bu kilime sürüklenen bir ülkede neyin arabası, neyin kanalı!
Boş verin!
Biz dua etmeye alışkınız!
Bizi başka gereksizliklerle uğraştırmayın!
**********************
SARILMAYACAKSIN
Basından ve sosyal medyadan öğreniyoruz kibiri kadın, biri erkek öğretmen Doğum gününde biri birlerine sarılmışlar ve üstelik herkesin gözü önünde!
Bu tür acayip durumlara Avşarlar “ Abarı...” diyerek “ aman ha kimse duymasın” diye ellerini ağızlarına götürürler!
İlçe Milli Eğitim Müdürü de kimse duysun istememiş ama bu vahim olayın kapatılacak bir yönü olmadığı için maalesef herkes tarafından duyulmuş!
Olayın geçtiği Van’ın Çatak ilçesinde ben de uzun yıllar görev yaptım! Benim de sürgünlerim oldu. Ancak beni sisteme sarılmadığım için sürdüler!
Anlaşılan bu iki genç öğretmen zamanlama hatası yapmış; herkesin gözü önünde olacak iş mi?
Sarılmak!
Bu artık ülkemiz de çok tehlikeli hareketler sınıfına giriyor! Şimdilik sürgünle yırtmış bu iki kendini bilmez öğretmen! Bence şimdilik çok ama çok şanslılar! Bu işten idam yiyeceğimiz günler yakındır!
Kenan Paşa bir zamanlar “ Savaşmayın, sevişin” demişti!
Aslın da güzel bir öneriydi ancak alt yapısı çürük olduğu için, kim neyle nasıl sevişeceğini bilmiyordu ve onun bu topluma hediye ettiği nesil, ne damacana bıraktı, ne de kedi!
Kendisi de artık ömrün son sınırındaydı; işi “ nü” resimler çizerek çözmeye çalışıyordu! Olsun; sanat, sanattır!
Hal böyle olunca insanın “ ah eski günler” diyesi geliyor!
Ortaokuldayım. Mahallenin en güzel kızıyla her sabah tesadüfen bakkala ekmek almaya gidiyoruz! Bakışmalar işi buluşma noktasına getirince, en uygun yer mahalledeki odun ardiyesiydi! Daha el ele değmeden göğsümün kafesini kırıp uçmaya çalışan kalbim ani bir sesle adeta durdu!
Yakalandık kızın komiser babasına! Uyandığımda yarım metre ötemde bir meşe kütüğü duruyordu!
Sonraları artık bakkalda karşılaşmak gibi bir tesadüf olmadı. Bir gün önünden geçtiğim evin ikinci katında “ hişşt” diye bir sese döndüm baktım ki o!
Neredeyse koca binaya sarılacaktım! Babasının ev de olmadığı saatleri bana balkondan attığı kibrit kutusunun içine yazdığı kâğıttan öğrendim!
Artık iletişim aracımız kibrit kutusu olmuştu! İçine mani ve sevgi sözcükleri yazarak!
En son bana atılan kibrit kutusu bir ayrılığın habercisiydi! Tayinleri Ankara’ya çıkmıştı!
“ Gelirsin, değil mi?” diye bitirmişti!
Şimdinin iletişim araçları olmadığı için o ortaokul aşkı bir kibrit kutusunun için de son nefesini vermişti!
İşte böyle!
SARILMAYACAKSIN kardeşim! Hele öpmek, öpüşmek!
“Abarı...”
***************
YENİ YIL
Siz “ Yeni yıl” derken, aslında bir yıl daha eskimişsinizdir ve ömür denilen merdivenden bir basamak daha tırmanıp ecelinize yaklaşmışsınızdır! Her zaman geride bıraktığımız yıla kızar dururuz! Oysa ölmeden bizi bir sonraki yıla devretmişse dönüp teşekkür etmek lazım!
Yoksa yıl bir dünya güneş döngüsüdür ve dünya üçyüz atmış beş günlük bu yolculuğunu
Tamamladığında her hangi bir kesinti yapmaz ve işine aynen devam eder!
Yani zamlardan, baskıdan, kötü yaşamla hiç bir alakası yoktur!
Gerisi kapitalizmin tüketim çılgınlığıdır ve en çok da şansa inanan zavallıları hedef alır! Günümüz dünyasında alt küme yığınları giderek fakirleşirken, zenginlerin daha da zengin olduklarını verilerden görüyoruz! Yani onlar servetlerine servet kattıkça orta sınıf alt sınıfa doğru iyice erir ve ortada bariz bir uçurum belirir! O uçuruma düşenlerin çıkma şansı olmadığı gibi, uzattıkları ellerine de kimse dönüp bakmaz; çünkü elleri boştur ve boş bir avuca sinek bile konmaz!
Ha, çok merak ediyorsanız iki bin yirmi yılın da neler olacağını söyleyeyim!
Hızla artan bir dünya nüfusu var ve bu nüfusun çoğunu alt kültür toplumları oluşturuyor. Bu toplumların cebine bir çakmak koy, gerisine karışma! Kendi kendilerini yakmakla kalmaz, etraflarını da ateşe verirler!
Çünkü zekâ ve algıları hala istenilen seviyede değildir ve bunların gereksiz tüketiciler olduğuna inanan zeki yam yamlar vardır! Onlar, ölen, acı çeken insana asla acımazlar!
Tek acıdıkları kaybedecekleri üç kuruştur!
İşte onu daha da artırmaları için bu cahiller sürüsünü savaştırmaları lazım! Bunun için yapacakları tek şey, ellerine silah vermektir ve onu verirken de karşılığın da ellerin de avuçların da ne varsa almaktır!
Elleri silahlı ve karınları aç bir toplumun neler yapacağını söylemeye gerek yok; zaten manzara günü birlik karşınız da!
Çocuktuk!
NATO’nun petrol boru hatı bizim köyün ordan geçiyordu. Hat da Amerikalılar yenileme çalışmaları yapıyordu! Annelerimiz torbamıza ekmek koymuş, içine de birer lop tereyağı!
O çalışmayı meraktan olacak kuzularımızı o yöne doğru sürdük!
Baktık ki borular birleştirilirken bir yağ sürülüyor! Şöyle siyah ve pembemsi karışımdan yaldır yaldır yanan bir yağ!
Bizden bir iki yaş büyük olan Şakır, o yağdan çalmayı kafasına koydu! Öyle ya, Amerikan yağıydı ve herkese nasip olmazdı!
İzliyoruz!
Usulca kalabalık işçi grubuna sokuldu ve kenardaki bir tenekeden iki avuç dolusu yağı aldığı gibi sırtını dönüp, kuş misali uçarak geldi!
Bunu yaparken oradakilerden kimse onu görmedi!
Nefes nefese “ çıkarın ekmeklerinizi” dedi!
Biz çıkardık ama ikinci emir tereyağlarımızı atmak yönündeydi! Emre uyduk ve yere yağlarımızı sarılı olduğu ekmeklerden alıp, attık!
Yerine getirdiği o yağlardan bize pay ederken, en fazlasını kendisine ayırdı diye kavga etsek de olmadı ve hakkımıza razı olarak hemen dürüm yapıp yemeye başladık! Tadı berbat ama olsun, sonuçta Amerikan yağıydı ve ulaşmak şanstı!
Beş dakika sonra ne mi oldu?
Birden elden ve ayaktan kesildik! Şiddetli bir ishal ve bereket ki Melet çayının kenarındayız!
Evlere haber saldılar gelip bizi perişan vaziyette aldılar!
Beş günün sonun da ne saç, ne kaş hiç bir yerimiz de kıl kalmamıştı! Yolunmuş tavuk gibiydik! Çünkü yediğimiz gres yağıydı!
Hala görünce tiksinirim!
Şimdi bakıyorum da!
O Amerika hala elinde o yağla duruyor!
Biz ise eldekini atıp, onların dediğini ve verdiğine koşuyoruz!
Artık Melet çayı da eskisi gibi akmıyor!
Tanrı’dan tek dileğim, yeni yıl da o kadar çok kar yağsın ki Melet çayı coşsun!