Gündem Uyanış
İSTANBUL SEÇİMLERİ
08-06-2019 13:48 348

İSTANBUL SEÇİMLERİ

 

     Akşamdan beri kafa yordum ve baktım ki, yaşadığım bu memlekette İstanbul diye bir yerin varlığından nerdeyse bi habermişim! İstanbul’u sadece lüks mekânları ve rakılı balıklı eğlence dünyası olarak biliyormuşum.

Bir taraftan cehaletime yanarken, diğer taraftan karıştırdığım sayfalarda devasa gerçeklerle yüzleştim. Meğer Türkiye nüfusunun dörtte birini barındıran ve devasa bir paranın döndüğü bir yermişte, ben cahilin haberi yokmuş. Sonra Binali Bey çocukluğunda gittiği İstanbul da nasıl gelişip büyüdüğünü ve bir faninin bu ülkede gelebileceği her yere geldiğini anlatıp durdu!

“Ama” diyerek “ Bana son bir iyilik yapın ve beni İstanbul’a Belediye Başkanı yapın” dedi! Bir faninin ulaştığı tüm yüksek makamlardan sonra, böyle sıradan bir makama ricacı olması doğrusu beni konuyu biraz daha irdelemeye yöneltti!

İşe para yönünden baktım! Her gün onlarca ihalenin yapıldığı ve büyük paraların döndüğü bir Belediye! Mesela bir İSPARK var, hiç bir masrafı yok; trilyonlar dönüyor ama nedense zarar ediyor! Tabi Binali Bey’ de nasıl zarar ediyor? Diye merak ettiğini söyledi.

          Herhalde daha düne kadar Başbakanken burada dönenlerden haberi yokmuş, ya da kimin iktidarında bunlar oldu diye, yüzümüze bakıp yanıt verme gereği duymadı!

Mesela buradaki büyük paraların vakıflara aktarıldığını bilmeyen kalmadı!

Peki, ne yapar bu vakıflar?

Ya da cemaatler?

Ben söyle yim: Türkiye’nin daha çok karanlığa batmasından başka yaptıkları bir iş yok! Bilim ve bilimsellikten yana hiç bir çabalarının olmadığını ülkenin dünyadaki eğitim ve diğer sıralamalardaki yerinden net olarak anlamak mümkün!

Evet, bu devasa ilde herkes yaşar! Kürtler, Lazlar, Ermeniler dahası bu ülkenin tüm renkleri... Türklerden sonra en fazla Kürt’ler yaşar ve bu seçimde onlar kime meyil ederse o, açık ara kazanır!

“Topal Dursun un oğlu” Binali Bey mi?

Yoksa “ Topal Osman’ın torunu” Ekrem Bey mi?

Kürt’ler misafirperverdir!

İkisi de baş göz üstüne gelmiş!

****************

ŞEYHLER DERVİŞLER

 

      Mustafa Kemal, kurduğu cumhuriyette, Osmanlının izlerini silmek için işe “ Harf Devrimi” ile başlamıştı.

      Batının ilerleyen yüzünün bilim ve teknoloji de olduğunu iyi sezmişti. O nedenle bu ülkenin baş belasının hurafe olduğunu çok iyi biliyordu.

       O nedenle kurbağayı yavaş yavaş ısıtarak öldürmeyi ince bir taktik olarak gündemine almış ve bunu ömrü yettiğince de yapmıştı.

       “Türkiye Cumhuriyeti bir Şeyhler, dervişler cumhuriyeti” değildir dediğinde, bu tehlikenin varlığına tereddütsüz parmak basmıştır!

         Ama ne var ki adına ne derseniz deyin, bu ülke hiç bir zaman hurafeyi bertaraf etmek gibi bir zahmete katlanmadı. Hal böyle olunca her zaman cemaat ve benzeri yapılanmalarla palazlanıp büyüdüler.

         Bilimselliği kesin red eden bu yapılanmalar her zaman itibar ve ilgi gördü. Çünkü hitap ettikleri geniş halk tabanı vardı ve bu taban oy demekti! Oradan devşirilen oylarla rahatlıkla iktidar olunduğunu hepimiz biliriz!

Son yıllarda hız verilen “İmam Hatip Okulları” gerçeği, bu yapılanmanın bir nevi tercihi olmuştur!

Bu kadar mı?

Tabii ki hayır!

       Şu İstanbul seçimine bakın! Devletin üst katı, şeyhleri ve dini önder diye nitelendirilen yüzlerce insanı İstanbul’da ağırlayıp oradan oy devşirmeye çalışıyor! En çokta Kürt oyları için.

       Çünkü bu ülkede Şıhlık makamı nedense en çok Kürt gerçeğinde var! Dini bütün Kürt’lerin bu seçimde iktidardan yana tercih kullanmaları için, müsait ve iyi bir fırsat olan Ramazan Ayı boyunca iftarlarla ağırlanması, sürekli başvurulan bir devlet yöntemidir!

Bu yöntem, Mustafa Kemal’in yukarıda bahse konu olan sözüne taban tabana zıttır!

Peki, iktidar bunu yapıyor da, CHP ne yapıyor?

Atatürk’ün partisi ya!

Dün Kemal Bey de Şeyh ve müritlerle iftar sofrasındaydı!

İşte teslimiyet!

         İşte iki yüzlülük ve orada okunan Fatiha’nın kimin ruhuna olduğunu, bilemeyecek kadar algısını yitirmiş bir adam!

Geçmiş olsun!

******************

ALKIŞ

 

         “Avukatlara yeşil pasaport vereceğiz” deyince bizimki kanatlarını sonuna kadar açıp ellerini en yükseğe kaldırıp alkışladı! Boy avantajı da vardı; Allah için iyi kullandı! Sayın Cumhurbaşkanı baktı ki durmayacak “ Ama öyle her avukata değil” dedi ama hazretin duracağı yok; daha sert şaplattı avuçlarını!

        Hepiniz hatırlarsınız, yine böylesi bir günde biraz havaya girmiş ve o dönem Başbakan olan Sayın Cumhurbaşkanı ağzının payını verince zamanla evirilip bu güne geldi. Şimdi gözüne nasıl girerim diye bir çaba içinde, fakat reis bunları yutmaz; ancak ona sadece alkışlama görevi verir ve o da bunu çok iyi yapar.

         Sonra bu akşam çıktığı bir kanalda “ Yargı reformundan dem vuran Sayın Adalet Bakanı “ Olacak iş mi? Bir mahkeme noktasına kadar aynı olan bir duruma beraat verirken, diğeri ağır ceza veriyor!”

Evet, Sayın Bakan; işte bu durumdan ceza alan binlerce insanın geleceği ile oynandı. Mağdur edildi. İş ve aile düzenleri bozuldu ve o kararlar verilirken siz bakandınız!

       Sorunların kabuğunu kırarak hakikate varırsınız; onların üstüne daha kalın kabuklar örterek değil!

Tarih, konuşanların sesinin kesildiği ve sonucun hep hüsran olduğu örneklerle doludur! Peki, biz neden hala konuşandan ve yazandan korkuyoruz?

Nedir bizi ürküten?

Yirmi birinci yüz yılda kitap yasaklamak neyin nesi?

Üstelik ülkende okuma oranı binde üçken!

İnsanlar çağdaş ve felsefi yorumları bir tarafa bırakıp neyi yazsınlar istiyorsunuz?

Sadece menemen tarifindeki yazılarla varabileceğiniz menzilin kısalığını bilmez misiniz?

Bir paket hazırlamışsınız, henüz içeriğini okumadım! Umarım akıl ve düşünce törpüleme

      Paketi değildir. Bu ülkede sarsılan Adalet duygusuna soluk aldıracak bir paket, cesaret gerektirir!

Bakacağız, göreceğiz.

         Umarım önü derin taşlarla örülen ülkenin, açmazlarından kurtulma paketi olur. Aksi halde bu travmayı hiç bir hekim düzeltemez.

Top