Gündem Uyanış
24 KASIM
24-11-2019 15:03 392

24 KASIM

 

 

       Paşa, memleketin altını üstüne getirmiş ve Amerika’sına da selam çakmıştı! Amerika pek mahir olduğu bu konular da “ bizim çocuklar başardı” diyerek koca Paşa’ya “ çocuk!” demişti ama olsun!

Sonuçta hepimiz bir zamanlar çocuktuk ve zamanla büyüdük şimdiki halimize geldik!

         Paşa da büyümeyi aklına koymuştu! Ülkeyi elli yıl geriye götürecek hiç bir karardan geri adım atmadı! Kesti, astı, doğradı!

         İnsanlar can havliyle ülkeyi terk ediyordu ve Paşa’ya göre işkenceden kaçan “ vatan hainiydi!”

İşte o dışarıya kaçan hainlerden çok tanıdıklarım var ve gittikleri ülkelerin koşullarından dolayı maddi durumları da son derece iyi ve arada sırada rahatlığın verdiği iklimle hobi olsun diye pankart taşıyıp devrim şarkıları da söylüyorlar! Karışan, eden yok ve hayatın bundan sonrası artık “ Lay, lay, lom...”

          Biz burada kalanlar hala Paşanın nimetlerinden yararlanıyoruz! Çünkü Paşa müthiş bir fikir ve dizayn adamıydı!

       Toplumu dengede tutmak için “ bir sağdan, bir soldan asıyorum ki kimse haksızlık yapıyoruz demesin” demişti!

          Tabi sonradan daha çok soldan işi götürdü ve on yedi yaşındaki bir çocuğu asacak kadar canavarlaştı!

Bu Paşa en çok bilim ve öğretmenlerden korkuyordu!

          İnsanları ekmeğinden etmekle kalmadı ve geri kalanları da sürgün ve tehditlerle bir şekilde eleyip, eleğini duvara astı!

          Tüm fitneyi öğretmenlerden bilen Paşa, onların uzun yaz tatillerine göz koydu ve işe hemen “ Hizmet içi Eğitim” adı altında tamamen eğitimle alakası olmayan iki aylık bir uygulamayla, öğretmenleri tatilsiz bıraktı! Hiç unutmam, bu uygulamaya ben de tabi tutulmuştum ve Kayseri Pınarbaşı’nda ki bir okul da sabahtan akşama kadar her gelen propagandacı bize Yunanistan’ı ve adaları anlatıyordu! Sonra Rusya’yı, komünizmi falan!

Amerika’ya bir tek söz yoktu ve bizim NATO da ki can pare dostumuzdu!

           Bu Paşa, öyle başkalarının koyduğu günlere falan kafa yoracak biri değildi! “ Dünya Öğretmenler Günü” varsa, kendisinin de bir günü olmalıydı!

         Bir de baktık ki “ 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü” yapmış ve bu gün de ne yapılmasının talimatlarını da eklemiş!

         Artık güller, çiçekler, çeyrekler bu güne münhasıran küçük çocukların ellerin de öğretmenlere taşınıyordu! Genelde fakir köy çocuklarının bulunduğu okullarda görev yaptım ve asla bir şey getirmesinler diye de çocukları uyardım!

          Son yıllarım da artık şehrin iyi bir okuluna kapağı atmıştım ve baktım ki genelde maddi durumu iyi ve bürokrat çocuklarının geldiği bir okul ve il de elit bir okul olarak biliniyor!

         Asi ve yaramaz olarak ün yapan bana otuz kişilik bir birinci sınıf verdiler ve tabi sınıfa ilk girdiğim de manzara “ ben buradayım” diyordu!

Baktım ki çocukların ismi Dilan, Şilan, Bejna, Adar...

          Sonra mesele anlaşıldı! Köy boşaltmaları sebebiyle oraya yakın gelen ailelerin çocuklarından bir sınıf oluşturmuşlar ve O okula kendisinin yerine atanan imtiyazlı bir öğretmeni Hukuk yolu ile geldiği yere geri gönderdiği için, Hasan Şahin’den intikam almanın yolu olarak bu sınıfı vermişler!

          İlk toplantıda Müdüre “ böyle bir sınıf verdiği için teşekkür ettim!” Ancak, hepsinin ailesi zor durumdaydı ve geçim sıkıntısı yaşadıkları için “ öyle gelip benim sınıfımdan katkı parası falan istemeyin” dedim!

O çocuklar hala beni arar. Büyüdüler. Kimi meslek sahibi oldu ve beni çok mutlu etti.

          O okuldaki “ Öğretmenler Gününü” hatırlarım ve tüm Öğretmenler kucağında tomarla çiçek ve envai hediyelerle merdivenden inerken, ben eli boş ve öğrencilerimle göz göze daha mutluydum!

             Bir de hiç unutamadığım ve babasını kaybeden küçük bir kız öğrencimin bahçede koparıp getirdiği “ yedi veren gülü!” O mevsim de bile ne kadar canlı, ne kadar güzeldi ve üstelik arkadaşları üzülmesin diye gizli vermişti!

Evet!

          Bugün Paşa’dan kalma bir gün! Bu gün gelince, aklıma bu ülkede sadece öğretmen kıyımları ve sürgünleri gelmez!

İdamlar ve dahası on yedi yaşında bir çocuğun ipin ucundaki ince boynu gelir ve tabi ki yaşadıklarım!

*****************

UMUT EKMEĞİMİZDİR

 

        Bu ülkede ne zamanki ekonomi sıkışır, insanlar geçim sıkıntısına düşer, iktidarlar derhal piyasaya umut pompalarlar! Buna genelde “ paket” derler ve sözü edilen paketin içi para doludur, ama nedense kimse ne bu paketi görür, ne de içimdeki parayı!

İki gün önce benzer bir “ Tarım paketi” masalıyla yine umut zengini olduk!

Güya sürüye katılacak her koyuna, keçiye velhasıl dana doluğa yüzer lira katkı verilecekmiş!

         Yani vatandaş gidip cinsine göre bin liraya, beş bin liraya bir hayvan alacak ve gidip tescil ettirecek sen ona yüz lira vereceksin!

      Zaten bu işlemlere başvuran bir çiftçi kafadan o parayı yolda yer! Sonra adı destek ya, bunu duyan satıcı hemen fiyatları yukarı çeker! Yani senin dediğin bu yüz lira vatandaşa iyi bir kazık olarak döner!

        Tıpkı konutta faiz oranlarını düşürüyoruz dediğiniz gibi! Bunu duyan emlakçiler anında konut fiyatlarını uçuruyor! Alan vatandaş yapacağı üç kuruşluk indirim avantajı yerine fahiş bir fark yiyi yor!

Sonuç mu?

Tüm konutlar icralık ve bankalar emlak zengini!

Hani bir zamanın Tarım Bakanı Fakı Baba, “ üç yüz koyun vereceğim” demişti ya!

İşte o zaman da burada yazmıştım ve “ veremezsin” demiştim!

Sonuçta ortada ne koyun, ne de alan!

       Biz sadece koyun alacağız diye dağımız da, taşımızda kurt avına çıkmıştık! Hani koyunlar gelecek ya, yemesinler diye!

Yahu etmeyin, tutmayın!

Bir planlama yaparken gerçekleriniz üstünden yapın!

Mesela bir “ genç çiftçi projesi var” peki bundan yararlanıp bu işi yapan genç var mı?

Bu ülkenin gençleri yozlaştırıldı!

Hepsinin elinde bir telefon, tuşlarda kendine lazım olanı arıyorlar!

Köyün çobanına sordum “ Sürüyü korusun diye köpeğin var mı? Diye.

Güldü, sadece telefona yüklediği kangalın o derin ve ürkütücü havlamasını dinletti!

       Devamın da “ köpek beslemek o kadar kolay değil, her gün yal yapamam, ara sıra dağda bu sesi açıyorum varsa çevrede bir kurt, yedi dağı aşıyor!”

      İşte böyle hazır teknolojik bir bağımlılık varken ve sen hiç bir şey üretmezken, çıkmış yeniden bizi domatesin, biberin, bilmem aromalı bitkinin keşfine hazırlıyorsun!

         İlaç ve yakıt fiyatlarından bunların haberi yok sanırım! Bu girdilerle tarımsal üretim yapacaksın ve çiftçi bunu satıp, para kazanacak!

Rahmetli dedem bir şeye itiraz ettiğin de “ ğe, ğe..” derdi. Yani “ hayır” anlamına!

        Köyde Bego dayımız vardı ve o da aşırı içtiği sigaradan söze başlamadan bir derin öksürükle “ öhö” derdi!

         Bego dayının Ali adında biraz akli engelli oğlu var ve ağzınız da gayri ihtiyari bir “ öhö” çıkarsa Ali, babasını öykündüklerini sanar ve basar küfürü!

Bir gün köyde evin önünde kardeşimle oturmuşuz, baktık ki Ali geliyor!

Kardeşim muziplik olsun diye “ öhö” dedi!

        Ali birden durup sesin yönünü tespit etmeye çalıştı! İkinci tekrar da bizi fark etti ve o da “ ğe, ğe..” diyerek dedemizi öykündü!

Kardeşim “ Yahu Ali, benim dedem öyle mi diyordu?”

Ali elini sallayıp “ Na lo, mala mıne!” Yani Türkçesi yok canım, hiç söylemezdi gibi!

Eh, şimdi bizimkiler bize yeni bir umut kapısı açtılar! Tarımda tüm ülke lavanta bahçesine dönecekmiş!

Vay lo mala mıne!

*******************

HAYRET

       Bazen bu dünyada gereksiz oksijen tüketip, başkalarının bu hakını gasp ettiğimi düşünürüm! Öyle ya, dünyadan haberin yok, sadece yiyip içiyorsun ve sonra çıkıp ortalıkta ulu orta gezip bir de yaşamı hak edenlere hava atıyorsun!

         Eskiden olsa anlardım, çünkü bilgiye ulaşmak zordu ve biz aldığımız bir ödevi haftalarca kovalar, kütüphane raflarında bulursak dünyanın en şanslısıydık!

Günümüzde öyle mi?

Tabii ki “ hayır!”

Bilgi küçük bir aletin içinde, dakikasın da ulaşıyorsun ve her şey detayıyla önünde...

        İşte bu kadar kolay olana zahmet edip bakmayan ben, İskandinav ülkelerini çok zengin sanardım ve hata orada olmak rüyalarımı süslerdi! Düşün elinde olta, başında fötr şapka oltayla nehirden somon balığı avlıyorsun!

Sonra o doğal sıra göletlerin kenarında piponu tüttürüp bir de sıcak neskafe içiyorsun...

         Dün bu hayallerimin hepsi alt üst oldu! Meğer “ İskandinav” ülkeleri denilen Danimarka, İsveç ve Norveç batmışta haberim yokmuş!

       Yani onların batıklarını herkes görmüşte, ben görmemişim ve işte bundandır ki diyorum “ ben yaşamayı hak etmiyorum” diye! Koskoca İskandinav ülkeleri batsın, haberin olmasın!

         Bir kere batmasalardı durumları iyi olurdu ve onlarda çıkar bir yerlerle kavgaya tutuşurlardı!

E, takatleri olmadığı için can derdine düşmüşler, ne diye oraya buraya huzursuzluk versinler ki?

Şimdi bunların battığına inandım ve o iş artık tamam!

         Yalnız insanların can havliyle buralardan kaçıp, oralara kapağı atma çabası da neyin nesi?

Üstelik Müslüman bir ülkeden kaç, git çan seslerine katlan!

         İşte bunu hala çözemedim ve batan bir gemiye kim niye koşar, onu bir türlü havsalam almıyor!

Umarım en kısa zamanda bilgi fukaralığım mazur görülür ve bu konuda aydınlatılırım!

Umarım en kısa zamanda bilgi fukaralığım mazur görülür ve bu konuda aydınlatılırım!

Top