Gündem Uyanış
Yıl 1986.
16-07-2019 19:15 390

Yıl 1986.

 

 

 

       Hasan Basri, türbesi Malatya’nın Battalgazi ilçesine bağlı Korucuk Köyünde bulunan “ermiş” bir zattır.

       Dolmakta olan Karakaya Baraj gölünün suyu altında kalmaması için türbenin ilçeye yakın bir bölgeye taşınmasına karar verilir.

        Açılan türbenin içine inip çürümüş meyyitten geriye kalan kemikleri taşınmak üzere usulünce toplama ve paketleme işini dönemin il müftüsü (F.Y.) üstlenir. Ve böylece kabir yeni adresine usulünce taşınmış olur.

Hikâyenin asıl önemli tarafı ise bundan sonra başlıyor.

       Müftü akşam evine döndüğünde annesi kendisine aynen şöyle der: “oğlum işittin mi; Hasan Basri hazretlerinin türbesini taşımak için açtıklarında ne görsünler, ceset hiç çürümeden yeni ölmüş gibi taptaze duruyormuş!”

Müftü ne desin? Tabi ki, “anacığım ne çürümemesi! Hepsi yalan; kabre inen bizzat benim; cesetten geriye kalan yalnızca bir avuç kemikti..!”

Evet, birçok açıdan ibretlik olan bu hadiseyi buraya not düşmeden geçmek istemedim.

        Bu arada söz konusu müftünün hala sağ olduğunu (Allah selamet versin) ve bu hadiseyi bizzat müftünün kendisinden dinleyerek bana aktaran kişinin de yine ilahiyatçı bir akademisyen olduğunu da belirtmiş olayım.

************

Siz karar verin

 

Devleti ele geçirmeye çalışmak ile devleti birilerine peşkeş çekmenin hangisi daha büyük bir suç? Doğrusu bu tam bir münazara sorusu; varın siz karar verin...

Dolayısıyla, “cemaat” suçlu dendiğinde, kimse bundan, “o halde hükümet haklı” sonucunu, hükümet suçlu dendiğinde de “o halde cemaat halı” sonucunu asla çıkarmamalı.

Bize göre doğrusu, her iki tarafın da suçlu olduğu gerçeğidir.

Ancak şimdi karşı karşıya olduğumuz belki bundan da daha önemli başka sorunlar var.

Birincisi; bu yanlışın sözde telafisi için tepişen atların ayakları altında hala binlerce insanın mağdur olmaya devam ediyor olmasıdır.

Belki de bundan da daha önemli olan bir diğer sorun ise, devletin hala birilerine ama bu sefer de başka birilerine, belki de eski sahiplerine(!) peşkeş çekilmeye devam ediyor olmasıdır.

Peki, bu bizim kaderimiz mi?

Öyle anlaşılıyor ki, evet...

Bizler toplum olarak demokratik hukuk devleti anlayışına evrilinceye kadar, evet...

***************

Toplum hiç kimsenin ilelebet destekçisi olmaz olamaz

 

Hesap şuydu: %70 civarı olan milliyetçi muhafazakâr bloğa karşı, %30'larda olan "sol" kesimin iktidar olması asla mümkün olmayacaktı.

Hele bir de Ak Parti+MHP gibi iki partinin ittifak yapması durumunda, zatı şahaneleri sıttin sene iktidarda kalabilecekti.

Son seçimle bunun böyle olmayacağı açık bir şekilde görüldü; her türlü kamplaştırıcı kampanyalara rağmen bu hesap çöktü. Ekrem İmamoğlu, 1984 yılından bu yana kimseye nasip olmayan %54 küsur gibi en yüksek oy oranıyla İBB Başkanı seçilebildi (Tayyip Erdoğan’ın oy oranı%25).

Dahası, bu gerçeği CHP'nin ulusalcı bağnazları da görmüş olmalı.

İsterseniz Ekrem İmamoğlu'nun mitinglerine iyice bakın; en az başı açık kadınlar kadar başları kapalı kadınların da olduğunu göreceksiniz.

Anlaşılan o ki, bu fotoğraf birçok hesabı bozdu...

Bu da kimlikler üzerinden siyaset yapma kolaycılığına kaçan her iki tarafın bağnazlarına da kapak oldu.

Çünkü demokrasinin az da olsa işlediği hiçbir yerde toplum uzun süre hiç kimsenin tapulu malı olamaz.

***************

taşlar bağlı, köpekler serbest.!

 

Birebir tanıdığım, “terör örgütü mensubiyetinden” yargılanan beş altı kişi biliyorum.

     Hepsi de bu toplumun en masum, zararsız, kimseyi kırmak istemeyen, herkese iyilik yapmak için çabalayan, halim selim insanları.

    Hangisine, “gel sırtına bineyim beni akşama kadar çarşı pazar gezdir” deseniz, “yok” diyemeyecek kadar iyi niyetli insanlar.

     Ama “yüce devletimiz”, şeytanı yoldan çıkaracak kadar yoldan çıkmış onca bela timsalinin yaşadığı bu toplumda başkasını değil, bu zavallı insanları “terörist” diye yargılıyor..!

Ne demişler: taşlar bağlı, köpekler serbest.! 

 

Top