Gündem Uyanış
Bariyerler ve 36. CHP Olağan Kurultayı
08-02-2018 14:17 689

Bariyerler ve 36. CHP Olağan Kurultayı

 

 

Cumartesi sabahı CHP’nin Cesaret ve Adalet Kurultayı adını verdiği 36. Olağan Kurultayına doğru hızlı adımlarla ilerlerken, 10 Ekim katliamının yapıldığı Ankara Gar’ına daha varmadan polisin yeni icadı kilitli bariyerler beni Gençlik Parkı girişinde karşılıyor. Hani OHAL’in ilanından bu yana her yerde karşıma çıkan ve akordeon misali sonsuza kadar uzatılabiliyormuş gibi görünen bariyerlerden bahsediyorum. Bariyerlerin yönlendirmesini takip edip iki farklı polis noktası kontrolünden sonra Ankara Spor Salonu avlusuna varmış bulunuyorum. Ancak buraya yani Kurultaya varmanın getireceği umulan ‘sonunda içeriye varabildim hissiyatı’; Kurultayın yapıldığı Spor Kompleksi avlusunun delege ve halk girişi olarak ikiye bölünmesiyle kendini bir daha göstermemek üzere tamamen ortadan kayboluyor. CHP yönetiminin direktifiyle konulduğunu öğrendiğimiz bu daha önce sözünü ettiğim bariyerler, demokrasimizin sonunu simgelermişçesine Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Heykeli’nin etrafını tabut gibi saranlardan. Gün boyunca bir hapishanedeymiş etkisi yaratması için mi düşünülmüş bilinmez ama bina içinde yapılan üçüncü bir polis kontrolü her giriş çıkışta içeriye gazete bile sokmaya izin vermiyor. Dolayısıyla OHAL Türkiyesine çözüm olabileceğine inanılan, özgürlük ve demokrasi umudunu tüm ülkeye yayması beklenen bu Kurultay, 2018’de geldiğimiz noktayı kabullenmiş ve demokrasi mücadelesinde çoktan havlu atmış bir muhalefet zihniyetin vücut bulmuş hali olarak 2 gün boyunca bize bilinçaltı mesajlar vermeye devam ediyor. Bu noktada bilmeyenler için ufak bir Ankara Spor Salonunun betimlemesinde fayda var. Tribünlere ilk önce halk girişinden avluya daha sonra da bina içindeki polis kontrolünden üst kata direk bağlanan merdivenden geçilerek ulaşılabiliyor. Ortadaki kürsünün önündeki alan yani delegelere ayrılan sahaya ise delege girişinden ve propaganda yapılan aşağıdaki salonların içinden geçerek ulaşılabiliyor.

Sabahın erken saatlerinden itibaren tribünleri hıncahınç doldurmuş insan kalabalığından ayrılarak halka ayrılmış bölümde volta atmaya ve etrafı keşfetmeye çıkıyorum. Bariyerlerin dışında içeriye broşür, kartvizit ve tanıtım flamaları sokmasına izin verilmemiş Parti Meclisi adayları ve onların kızgın destekçileri var, fakat avlu etrafına ve salon giriş duvarlarına baktığım zaman bir çelişki gözüme çarpıyor. Medyatik isimlerin, Milletvekillerinin ve Parti içinde tanınan kimselerin devasa PM seçim pankartları ve rakip genel başkan adayının fotoğraflı ilanları Devasa Kemal Kılıçdaroğlu fotoğraflarının gölgesinde boy gösteriyor. Bu çelişkinin polisten dolayı değil de CHP yönetiminin kararı sebebi olduğunu öğrenince parti içindeki fırsat eşitsizliğinin ve ekonomik güce sahip olmanın CHP yönetimine girmekteki etkisi bir kez daha kafama dank ediyor. Sol / sosyal demokrat bir kurultayın bu çelişkili manzarasına boğulmamak için kendime burjuva demokrasinin ne olduğunu tekrar hatırlatıyor ve voltalarıma devam ediyorum.

 

Dışarıda hareketli bir sosyal ortam var. Kalabalık. Genel Başkan adaylarının topladığı delege oylarının miktarı veya Muharrem İnce’nin Genel başkanlık şansı gibi parti içi meseleleri konuşan partililer, Pazar günü yapılacak Parti Meclisi Üye adaylarının turlarına karışıyor. Bu esnada Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması başlamadan dışarıya yayın veren dev ekran

karardığı için midir bilinmez Kılıçdaroğlu’nun konuşması dışarıda bir heyecan uyandırmıyor. CHP delegelerinin verdikleri tepkileri ya da onlarla laflayarak görüşlerini öğrenme şansım bariyerlerle engellendiği için salon içerisindeki panodan bir an bir aralık bulup parti içi yönetimde hak sahibi olan seçilmişler tarafına kaçıveriyorum. Buradaki tüm hazırlık pazar yapılacak olan Parti Meclisi çalışmalarına endekslenmiş durumda. Kodaman partililer ve söz sahibi PM adayı vekiller içeri nasıl soktuğunu anlayamadığım devasa stantların eşliğinde delege avına çıkmış, bir kimseyle konuşmadan ya da selamlaşmadan önce öndeki yaka kartına bakılan bir curcunanın; devasa pankart ve broşür yağmurunun içinde buluyorum kendimi. Burada parti enerjisinin 2019 Başkanlık seçimleri, sağlıklı bir parlamenter demokrasi nasıl geri kazanılır, OHAL’den olağan hayata geçiş nasıl sağlanır ya da AKP’den nasıl kurtulunur gibi uzun dönemli politikalar yerine kısa dönemli kadro ve koltuk hesaplarına odaklanıldığını bir kez daha fark ediyorum. En ilginç olanı ise halkın iradesini temsil etmesi için oluşturulmuş olan delegelerin gündeminde Kurultayı takip etmeye gelen vatandaşın aksine genel başkanlık seçimi bulunmuyor ve konuşulan konular içerisinde “Nerede hata yaptık ya da neyi daha iyi yapmalıyız ki oylarımızı arttıralım” gibi temel real politik sorular yer almıyor. Bu esnada daha önce okuduğum ve büyüklerden dinlediğim 1980 öncesi yapılan CHP Kurultaylarını canlandırmaya çalışıyorum zihnimde. Parti politikasının belirlendiği ve ideolojik çizgilerin netleştirilerek ülke sorunlarına odaklanıldığı o yıllardaki Kurultaylar bünyesinde yapılan toprak çalıştaylarını, işçi çalıştaylarını ve sendika çalıştaylarını anımsıyorum.

CHP Genel Merkezi’ne gitme alışkanlığı bulunmayan, il veya ilçe teşkilatlarına üye olmayan ya da örgüt seçimlerinde bulunmamış insanların bunalabileceği bu sıkışık ve yoğun propaganda alanından Muharrem İnce’nin yaptığı konuşmayı dinlemek üzere çıkarak tekrar sıradan halkın yanına dönüyorum. Fazla detaya girmeden İncenin yaptığı hitabeti güçlü ve kendisini sıkılmadan dinlettiren adaylık konuşması kısaca alandaki CHP yönetiminde soğuk duş, tribünlerde gittikçe artan bir coşku etkisi yaratıyor. İncenin tahayyül ettiği Türkiye tablosu dinleyenlerin bir kısmını ağlatıyor, bir kısmında ise hâlihazırdaki CHP yönetimine öfke ve tepkiye yol açıyor. Ancak daha önceki CHP seçimlerinden öğrendiğim ve bu seçimde daha da pekişen öngörüm bana yapılan bu konuşmaların delegeler üzerinde sonuca dair dramatik bir etki yaratmayacağını söylüyor. Konuşma yoğun alkış, bağırış ve desteklerle sona ererken, genel başkanlık seçimini sonuçlarının erken açıklanmasını beklememeyi öğrenmiş bulunan kitle yavaş yavaş dağılmaya başlıyor. Kurultayın birinci, sırayla ve belirlenmiş bir süreyle konuşan partililerin boş tribünlere yaptığı beylik demeçlerle sona eriyor.

Kurultayın ikinci gününe, Kılıçdaroğlu’nun seçildiği haberiyle yatıp, yine aynı polis bariyerlerinden geçerek varıyorum. Bu sefer gördüğüm tablo bir önceki günden daha farklı. Dün ağzına kadar tribünleri doldurmuş ve koridorlara taşmış halk yerine, oturaklara serilmiş devasa Parti meclis üyelerinin pankartları salona yukarıdan bakıyor. Gördüğüm manzara ise ziyadesiyle Amerikan Demokratları seçim kongresini andırıyor. Partinin ileri gelenleri, Parti Meclisi üyesi ve Yüksek Disiplin Kurulu adayları, delegeleri ve onların broşürlerini dağıtmak, stantlarda durmak gibi işlerini yapan ekip üyeleri kurulan seçim sandıklarının etrafında tüm

alanı kaplamış durumda. Bu sefer propaganda için kullanılabilecek tüm malzemelerin içeri sokulmasına izin verilmiş ve tüm alan adayların stantlarıyla kaplanmış durumda. Bağlantısı iyi olanın veya parti içinde sözü geçenin en iyi yeri kaptığı propaganda alanında; parası yetenin en kalitesinden bastırdığı renkli kartvizitler, renkli aday bayrakları ve destekledikleri adayların ismini yazan yeleklerle ortada slogan atarak gezinen gençler, belki dışarıdan bakan bir göz tarafından dinamik, hareketli, enerjik veya istekli gibi sıfatlarla kolayca adlandırılabilir. Ancak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz ile Mustafa Kemal’in yoldaşlarıyız “arasına sıkışmış gözüken ve çıkış yolu arıyor izlenimi yaratan sloganlar boş tribünlerde yankılanırken stantların arasına tribünden atlayarak dalıveriyorum.

Bir yanda gösterişli ve renkli plastik ya da demir stantlar, bir yanda kendisine yer bulmaya çalışan parti emekçilerinin kurduğu kartondan ya da derme çatma plastik masalardan kurulan stantlar. Bir yanda kendi standının başında bile görülmeyen, dolayısıyla kendisini veya neden adaylığını koyduğunu anlatmaya tenezzül bile etmeyen ile el emeği göz nuru bastırdığı kart ve broşürleri dağıtarak kendisini anlatmaya çalışanlar. Bir yanda vekillerle fotoğraf çekilme yarışında olan ve üç maymunu oynayarak ortada gezinen delegeler, diğer yanda kıyıya köşeye itilmiş masa başında bekleyen PM üyesi adayları. Bir yanda ise her zaman akordeon gibi açılmaya ve bize OHAL’i sürekli olarak hatırlatan köşede hazır duran kelepçeli bariyerler... Sol düşünce ve ideolojilerinin temelini oluşturan eşitlik ve adalet kavramları, evrensel insan hakları ve fırsat eşitliği, adil seçimler gibi hukuki kavramlar birinci polis kontrol noktasından geçememişçesine CHP’nin parti içi demokrasisinde kendisine yer bulamıyor. Tek eksiğin seçim bağışlarının olduğu bu propaganda tiyatrosu akşamın ilerleyen saatlerine doğru devam ediyor ve sonunda OHAL akordeonu açılarak sandıkların etrafını çeviriyor ve alanı Parti Meclisi üyelerini seçecek delegelere bırakmak üzere salondan yavaş yavaş ayrılan güruha katılarak 2 günlük Kurultay maratonumu sonlandırıyorum. En büyük pankart sahibi, en cafcaflı broşürlü ve en çok ekip sahibi olan adayların isimleri aklıma kazınmış bir şekilde alandan ayrılıyorum. Dağıtılan dönerden zehirlenme ve oy sayım kavgaları sanırım başlı başına ayrı bir makaleyi hak ediyor.

Blok liste yerine çarşaf liste yapılacağını açıklayan Demokrat CHP yönetiminin listesi ve Muharrem İnce’nin listesi olmak üzere toplam dört listeyle delegelere ulaşılıyor ve hepimizin bildiği sonuçlar gecenin ilerleyen saatlerinde medya aracılığıyla tarafımıza bildiriliyor. Aynı genel başkanın tekrar seçilmesinin yarattığı bölünmüşlük, Muharrem İnce’yle yaşanılan mükerrer oy krizi ve mücadeleye devam açıklamaları gibi konular yerini Kılıçdaroğlu’nun çarşaf listesinin ne kadarının delindiği gibi konulara bırakıyor. Seçilen Parti Meclisi’ne ve Yüksek Disiplin Kurulu’na yani kısaca Kılıçdaroğlu’nun ‘buyurduğu’ kişilere bakınca 2 günlük Kurultay gözlem ve katılımımın bir anlam ifade etmediğini fark ediyorum. Ne aklıma kazınan isimler PM’ ye seçilebilmiş ne de seçilenler Kurultaya ‘teşrif etme’ gereği duymuş. Teşrif etme terimini kullanmamın sebebi, delegelerinin gönlünü ‘kazanmış’ ve seçilebilmiş kişilerden birçoğu alanda bulunma ve delegelerle iletişime geçme gereği duymadığı için orada bulunma gereği duymadığı içindir. Anlaşılan ‘Amerikan demokrat Kongresi’ sadece demokrasi kılıfına uydurulmuş bir atamalar silsilesinden ibaret. Bu Olağan Kurultayın bana göre başardığı tek

bir şey ise CHP’yi OHAL’ e alıştırmak ve yeni bariyerleri hayatımızın bir parçası olarak kabul ettirmesidir.

Yazan; Çağrı 

Top