Aşağıda sizlerle paylaştığım konuşmamın (Temmuz -2009) üzerinden on yıldan fazla bir süre geçti. Ne yazık ki; değişen hiç bir şey olmadı. Aynı duyarsızlık, vurdumduymazlık devam ediyor. Adana adeta yağmalanıyor ve her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Meclis üyesi seçildiğim, ilk üç ay içinde yaşadığım hayal kırıklığını bu konuşmamla dile getirmiştim. Üzülerek görüyorum ki; aynı tas, aynı hamam ve aynı mantık ADANA' yı her alanda küme düşürüyor...
İşte o konuşmam:
"Sayın Başkan,
Meclis Üyesi Arkadaşlarım,
Görsel ve yazılı Basınımızın değerli temsilcileri,
Sevgili Adanalı Hemşerilerim,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.
Kentler kültürün bilginin üretildiği, geliştirildiği ve paylaşıldı yerlerdir. Bunun içindir ki kentler demokrat örgütlenmenin çıkış noktasını oluştururlar.
Bu nedenle kentte yaşayan herkesin, yaşadığı kente karşı sorumlulukları vardır.
Şubat 2009 tarihinde TMMOB" un (Türk Müh. ve Mimar Odaları Birliği) hazırlığı NASIL BİR KENT? NASIL BİR YEREL YÖNETİM? Adlı geniş kapsamlı raporda, altını çizerek okuduğum bir cümleyi burada sizlerle paylaşmak istiyorum:"KENTİN SAKİNİ DEĞİL, SAHİBİ OLALIM."Kent sorumluluğu ancak bu kadar güzel ifade edilebilinir.
29 Mart yerel seçimlerden bu yana geçen süre içinde yaşadıklarım bende hayal kırıklıkları yarattı. Adana'nın neden her geçen gün biraz daha kötüye gittiğini görmek beni yaraladı.
Bu kent sadece Belediye Başkanlarının ve belediye meclis üyelerine bırakılmayacak kadar önem taşırken, kentin üzerine bir ölü toprağının serilmesi beni endişeye sevk etti.
Elbette bu noktaya gelinmesinde kenti yönetenlerin sorumluluklarının bulunduğunu da görmek gerekir.
Sayın Başkan,
Değerli Arkadaşlarım,
Tarihten bir alıntıyla sözlerime devam etmek istiyorum;
Kanuni Sultan Süleyman (1494-1569) en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı diye derin derin düşünmeye başlar.
Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi"ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendiye gönderir.
Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları" nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale (yıkılma, çökme) uğrar mı? şeklinde mektubunu gönderir.
Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendinin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinde çıkılmaz bir hal alır: Nemelazım be Sultanım!
Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana vermez. Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine bir basit cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar.
Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?
Nihayet kalkar, Yahya Efendinin Yahya Efendinin Beşiktaş'taki dergâhına gelir.
Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!
Yahya Efendi duraklar"
Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.
İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.
Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar: Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. İzmihlal de böylece mukadder hale gelir.
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin olduğu için Allah"a şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır..
(Mektup bugün Topkapı da sergi halindedir)Yaklaşık 450 sene önce yaşanmış bu olay bizlere bir şeyleri anımsatıyor mu?
Sayın Başkan,
Sevgili Arkadaşlarım,
İranlı Şair ve yazar Sadi Şirazi"nin ünlü bir deyişi vardır;
“KONUŞACAKKEN SUSMAK, SUSACAKKEN KONUŞMAK.”-
Kentimizin ve ülkemizin içinde bulunduğu durum; “KONUŞACAKKEN SUSMAMAMIZI” gerektiren günlerdeyiz.
Ben buradan sivil toplum örgütlerine sesleniyorum: neredesiniz? Tek tük çıkan cılız sesleriniz sizce yeterli mi?
Sivil toplum örgütlerinin bu salonu doldurarak, öneriler oluşturmaları gerekmez mi?
Sendikalar, odalar, dernekler, öğretmen örgütleri, sayıları 50 civarında olan kadın kuruluşları; kendinizi göstermeniz için ne bekliyorsunuz? Özelliklede kadın örgütlerimiz, sizlerin kadın duyarlılığınıza ne oldu?
Sayın Başkan,
Değerli Meclis Üyeleri,
Üzülerek ifade ediyorum, ülkemizde siyaset çözüm üretmiyor, sorunları çoğaltıyor.
Bu bir haykırış dır. Ülkesini çok seven, küçük yaşlardan beri siyasetin içinde olan bir arkadaşınızın isyanıdır.
Siyasi partiler yasası, seçim yasaları değiştirilmeden parti içi demokrasi sağlamadan, her şeyi liderin iki dudağı arasına bırakarak sorunlarımızın üstesinden gelemeyiz.
Herkes bu söylediklerimi paylaşıyor, ancak harekete geçmek için birilerini bekliyor.
Bu çağrım sizleredir.
Adana bulunan sivil toplum örgütleri gelin bu kıvılcımı bu kentten başlatalım..
Kent yönetimlerini denetleyin, kör kuruşun hesabını sorun.
Siyaseti, liderlerin tekelinden çıkaracak girişimlere önderlik edin.
Yoksa seçimlere beş kala harcadığımız çabalar, bir şey ifade etmez. Kent kaybeder! Türkiye kaybeder!
Bende Mümin Sekman"ın söyleyişiyle sizlere:
"Ya bir yol bu, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil."Diyerek bir kez daha sesleniyorum.
Bu duygular içinde hepinize saygılar sunarım.
Evet, on yıl sonra sorumu yineliyorum: Harekete geçmek için ne bekliyorsunuz? STÖ' lere sesleniyorum: gelin, elinizi taşın altına koyun.