Gündem Uyanış
BABANA SÖYLE, EĞER İSTERSE, ONA OĞUL OLURUM! (3. bölüm)
10-03-2017 13:32 1000

BABANA SÖYLE, EĞER İSTERSE, ONA OĞUL OLURUM! (3. bölüm)

 

Axé Sor -3- Bölüm

Dayıoğlu Mustafa kendi bahçelerine girerken Hüseyin’in ile çocukken birlikte söyledikleri  “Meyro” govend /şarkısı ile çıka geldi. Hüseyin de onun bu sesini tanıyordu. Çekinmeden kayanın arkasından çıktı. Gelenin Mustafa olduğu zaten onun uzun ince görünümünden belli idi. Sarmaş dolaş oldular. Mustafa ona;

-“Çok açsan, yemek hazır, istersen burada yiyebilirsin. Gerçi Çanlı Ömer’in yanına gideceğiz. “ Hüseyin;

-“Yok, Çanlı Ömer ile yemek daha zevkli olur. Davar nerede yakınlarda mı?” dedi. Mustafa;

-“ Çanlı Ömer davarı yormaz. Çok çok mezarlığın arkasındadır. Hadi bakalım! Yolda sen de, bana olup biteni anlatırsın.” dedi.  Yola koyuldular, yarım ay ışığında sonbaharın serinliğini hissederek yürümeye başladılar. Hüseyin yarım saatlik yolda olayları tüm detayı ile dayıoğlu Mustafa’ya anlattı. Biliyordu ki tek dayanakları dayılarıydı. Mustafa tam bir dert ortağıydı. Hiç soru sormadan Hüseyin’i dinlemişti. Hüseyin’e döndü, mezarlığı elle gösterip;

-“İşte Çanlı Ömer ve davarımız. Şu Çanlı Ömer’in başına gelen kimsenin başına gelmediğini sen de bilirsin. Üzülmemek elde değil. İrfan senin başına bela olmuştu, keşke işler bu kerteye varmasaydı. Neyse, su akarını bulur!

Hüseyin bir an için Çanlı Ömer’i düşündü. Onun nereden geldiğini aileden üç-beş kişi hariç hiç kimse bilmezdi. Çanlı Ömer’in başına gelenleri bir tek Bekir Dayı bilirdi. Bekir dayı’nın Urfa tarafından eski bir hapishane arkadaşı onu Bekir dayı’ya göndermişti.  Bekir dayı yaşlanınca Çanlı Ömer’e öldükten sonra da aile tarafından sahip çıkılması için oğlu Mustafa’ya ve yeğeni Hüseyin’e onun hakkında bilgi vermişti. Bekir Dayı, ona “Çanlı Ömer” adını koymuştu. Köyde “Ömer” ismi olmadığı için ona bu ismi takmıştı. Çanlı Ömer’i kendi davarına çoban yapmış, köyden bir dul ile de evlendirmişti. Çanlı Ömer’e, “Çanlı” adı da davara kurt geldiğinde onun yanında bulundurduğu çanları çalması nedeni ile köylüler ona bu “Çanlı” adı eklemişti. Artık tüm yörede onun bilinen adı Çanlı Ömer’di.

Çanlı Ömer gelenlerin kimler olduğunu gördü. “İşte biri daha ölümü sırtladı hem de sevdiğim yiğit bir insan. Ey Allahım! Nedir bu? Suç mudur yiğit olmak!” diye yüksek sesle kendi kendine söylendi. Hüseyin’e sarıldı. Yaşlanan gözlerini sildi. Onlara;

-“Hadi Kanîya Kırana (Kır Pınar’a)gidelim.” Dedi. Birlikte hiç konuşmadan, sessizce pınara yürüdüler.

Oturup, getirdikleri yemeğin bir kısmını birlikte yediler. Mustafa bir ateş yaktı. Çay Demliğini ateşin üzerine koydu. Yemekten sonra çaylarını içerken Hüseyin, Çanlı Ömer sormadan kendi başından geçenleri anlattı. Çanlı Ömer tüm hikâyeyi zaten köylülerden akşam Berisinde (Süt sağım yeri) dinlemişti. Hüseyin’in başından geçenleri anlatımı sonrası sanki kader ortağı bulmuşçasına Çanlı Ömer de ilk defa kendi konusunu Hüseyin ve Mustafa’ya açtı.

-“Hüseyin sen de benim gibi kan davalı oldun. Elbette bir yerlere kaçacaksın. Kılık değiştireceksin. Belki de ağa iken el kapısında yaşamak için benim gibi çoban olmayı seçeceksin. Kaçakken insan yaşamaya yaşıyor, lakin yaşadıklarını kafasından atamıyor. Ben düşünmekten artık yoruldum. Yaşadığım olayların o kadar ağır bir yük olacağını hiç düşünememiştim. Zamanla unuturum dedim. Bir gün intikam sahiplerinden biri beni vurur da bu düşüncelerden kurtulurum, diye düşünüyordum. Şimdi ise beni niye vurmadılar, diye düşünüyorum. Anlaşılan Bekir Ağa beni iyi saklamış. Yaşadım, lakin ben bir “katili” yaşadım. Yaşadım ama ben ölmüş birini yaşadım! Kendimi değil! İster haklı olalım ya da olmayalım, bu o kadar önemli değil! Çünkü her gün aynı konu, seni kemirir, işte beni yoran bu.” Dedi.

Çanlı Ömer ilk defa kendini Hüseyin’e ve Mustafa’ya bu kadar derinden açmıştı. Hüseyin de, kendi derdini unutmuş, Çanlı Ömer’in omzuna rahat ol dercesine, dokunmaktaydı. Çanlı Ömer, Hüseyin’e dönerek;

-“ Burayı en geç sabaha terk etmen gerek. Yarın öğleye jandarma bu köylere gelir. Yerin kulağı var, derler.” Dedi. Mustafa atıldı;

-“Sabah, babam gelecek. Davarı geceleyin Axé Sora (Kırmızı Toprağa) süreriz, orda görüşeceğiz.” Dedi. Çanlı Ömer;

-“ O zaman, boş konuşmaya gerek yok. Bekir Ağa hepimizden daha zekidir. Sabaha onu bekleyelim. Mustafa siz, şu Köm’e (Etrafı taş ile çevrili hayvan korunağı) gidin, oradaki sandıkta da battaniye var. Altınıza serin. Şu Kulav’ımı (Çoban Kepeneği) ve kuru ekmeği de yanına al, ekmeği köpeğe arada ver. Köpek sabaha kadar sizden ayrılmaz. Orada nöbet tutar. Ben de bu civardan ayrılmam. Hele gidin dinlenin. Hüseyin şimdi çok yorgundur. Ben uykudan sizi kaldırırım.” Dedi. Hüseyin ve Mustafa söyleni yaptı.

Çanlı Ömer, Hüseyin ve Mustafa’yı uykudan kaldırmadı. Sürekli Axé Sora giden köy yolunu gözledi. Kuşluk vakti, Bekir Ağa’nın köy patikasından geldiğini görünce ona yöneldi, gitti onu çağırdı. Birlikte Kanî Kiran’daki Köm’e yöneldiler. Bekir Ağa;

-“Çocuklar nerede? Yanına gelmediler mi?” dedi.

-“Ağa senin yolunu gözledim. Onlar Köm’de dinleniyorlar.” Dedi.  Bekir Ağa, Çanlı Ömer için; nede olsa benden de tecrübeli diye düşündü.  Birlikte pınarın başına vardılar. Çanlı Ömer bir ateş yaktı. Çaydanlığı üzerine koydu.  Bekir Ağa’ya dönerek;

-“Kaldırayım mı çocukları?” diye sordu. Bekir Ağa önce biraz düşündü, sonra;

-“ Hele dur, senin ile biraz yalnız konuşalım.” Dedi. Sonra devam etti;

-“ Senin fikrin ne Hüseyin’i ne yapalım?” diye sorunca, Çanlı Ömer;

- Sen de, onu bir dostuna göndereceksin. Başka yolu yok. Jandarma üç dört gün buralara pusu atar. Sabahleyin burada kalmamalı. Mesele Hüseyin değil artık, çocuklar önemli. Bu hususta Abuzer Ağa ile görüşmek gerek. ” Dedi. Bekir Ağa;

-“Haklısın. Zamana ihtiyaç var. Abuzer Ağa aklı-selimdir. Lakin büyük oğlu öldürülmüş, ne düşünür bilinmez. Artık Abuzer Ağanın huyu, suyu, sözü değil, yüreği bile onu dinlemez. Sen onları kaldır. Ben Hüseyin’i hele göndereyim. Tedbir alalım!” Dedi. Çanlı Ömer gitti, Hüseyin ve Mustafa’yı kaldırdı.

Pınarda el ve yüz ünü yıkayan Hüseyin dayısının eline vardı. Bekir Ağa yeğeninin yanaklarından öptü.

-“Geçmiş olsun! Oğul. Kadermiş! Hele otur” dedi. Ateşin etrafında oturdular. Bekir Ağa’nın getirdiği kaymaklı yoğurdu açtılar, ince sal ekmekler ile yemeye başladılar. Çanlı Ömer çayları koydu. Mustafa servisi yaptı. Kimse konuşmadı. Her kes Bekir Ağa’nın konuşmasını bekliyordu. Bekir Ağa herkesten önce elini yemekten çekti. Yemek işi bitince;

-“Hüseyin hele Çanlı Ömer ve Mustafa ile helalleş, sonra gel şöyle bir dere ağzına yalnız inelim.” Dedi. Hüseyin Çanlı Ömer ve Mustafa ile helalleşti. Dayısı Bekir yola koyulmuştu, ona koşarak yetişti. Birlikte dereye inmeye başladılar. Çanlı Ömer, onların arkasından Mustafa’nın duyacağı şekilde ona sessizce söyledi;

-“Mustafa, Hüseyin’in arkada bıraktığı üç ceylanı, bir de hanımı kaldı. Ne büyük bir yük! Benim yaşlı anam ve babam kalmıştı. “Kan Davalıları” olmasa da bu kahır, onu yiyip bitirmeye yeter. Sırtını vereceği hiçbir şeyi yok sayılır. Heyvağ! Hüseynimizi bir daha göremeyiz!” Dedi. Çöktü. Başını iki avucuna aldı. Hüngür hüngür ağladı.

Dereye vardıklarında ağaçların altında bir yere oturdular. Bekir Ağa, Hüseyin’e dönerek;

-“Oğlum hiç vakit kaybetmeden geçen sene Antep’de kuzuları verdiğimiz Muhsin Şavata’nın İslâhiye’de ki  “Şavata Hanına” gideceksin. Onun yanına var. Selamlarımı söyle, ben yarın saat ikide onu telefonla ararım. Önce buradan ana yola çıkmadan, yolu takip ederek Adıyaman’a yayan git, oradan Adana otobüsüne bin.  Seni Fevzi Paşa’da indirmelerini şoföre söyle. İslâhiye dolmuşuna bin. Dolmuştan İslâhiye istasyonunda in.  Şavata Han istasyondadır. Han’ın telefonu, oteli, hamamı her şeyi var. Başından geçenleri kimseye anlatma. Muhsin Şavata orada olmasa da, yazıhanesinde bulunan sorumluya onun misafiri olduğunu söyle. Kendisini görürsen, ona bir iş sebebi ile birkaç gün orada kalacağını ve benim kendisini yarın arayacağımı söyle. Kendisi kalender insandır. Ben, seni her hafta hanın telefonundan gündüz saat iki de ararım. Anladın mı?” diye sordu.

Hüseyin, anladığını baş hareketi ile belirtti. Bekir dayı, cebinden bir tomar para çıkardı, parayı kendisine verdi. Hüseyin almak istemedi;

-“Dayı bunları çocuklara harcarsın.” Dedi.  Bekir Dayı,

-“Al oğlum al, Seni hapishaneye değil, belki “Bın xata” (Türkiye-Suriye Devlet sınırında kalan demiryoluna yöre insanı “Hattın Altı” der.) gönderiyoruz. Bu para sana lazım.” Dedi. Hüseyin dayısının elini öptü. Bekir dayı;

-“Haydi, uğurlar ola. Çocukları merak etme.” Dedi.

Hüseyin Adıyaman hattına yöneldi. Dayısından ayrılırken aklı karma karışıktı.

Devam edecek.

-4- Bölüm “Şavata Han”

Top